Çehre
Tanıdığım en fazla çehreyi bilen ve yaşamayı en seven insan benim. Buna rağmen tek bir çehrenin uğruna ölümün ne kadar tatlı olacağı fikrini söküp atamıyorum zihnimden. Daha küçük bir çocuğu güldürdüğünde, eve giderken karşına çıkan kediyi sevdiğinde, mutlu gününde dostuna sarıldığında gözlerin parlıyorken ölmek. Zaten anlamlı ve değerli ölüm budur, ruhun öldüğü bir bedenin intiharı soğuk bir damgalamaktan başka bir şey değildir. Atsız demişti ya “Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı, Görmek seni ukbada meğer mümkün olaydı.” diye, hah işte öyle bir ölmek. Çünkü her baktığımda çehrene güzelliğinin kalbimi delip geçmesi gerçekten ölmekten daha acı verici.
Ben bir şair değildim. Ne yazdırdıysa çehren yazdırdı kalemime. Gülüşünü her gördüğümde dünya üzerindeki her kağıt onu anlatsın istediğim için yazmak zorunda bıraktın beni. Ben ne yağmurlu havaları severim ne de gülmeyi unutmuş kasıntı ölü adamları. Sait Faik’i tanısaydım pek anlaşamazdım onunla. Yine de birkaç saniye kıkırdayışın dahi öyle ele geçiriyor ki ruhumu, en güzel hediye olarak ölmek istiyorum uğruna. Eğer uzak bir ülke olsaydın savaşırdım senin için. Nehirlerden kan, topraktan feryat figan akardı. Göklerde olsan ilk ben dikerdim Babil’in kulesini, sonra gidip gamzelerini anlatırdım her dilde. Çehrenin her gece kalbimde parlamasına karşı ise hiçbir şey yapamıyorum. İstanbul’da zelzele, memleketin dört bir yanında ihanet, dışarıda harp, ben sana aşığım. İşte ezelden beri tekrar ediyor sandığım her gecemin sana tebliği.
Yorumlar
Yorum Gönder