Vapur
Vapur, göz kapaklarını taklit eden uysal dalgaların ritmiyle sallanıyor; her sallanış zihninde yeni düşünceleri, taze hisleri uyandırıyordu. Yüzüne düşmüş bir tutam siyah; simsiyah saç perçemi, ona çok masum bir hava katıyordu. Bu ince ipeğe benzeyen saç tellerinin altında uykulu gözleri zar zor seçiliyordu. Bu gözler, direkt olarak içerisine bakıldığında dünyalar olurdu. Kahverengisi, hayatın kaynağı olan toprak; beyazı ise saf bir hayal alemi; simsiyah merdumesi ise kağıdın üstüne pervasızca bir mürekkep gibi dökülen derin duygular... Gözlerini tekrar kırptığında, oturmaktan dahi yorgunluk duyan her insanın yaptığı gibi ince ağzını biraz aralıyor ve düşünmesi dahi kalbi huzur dolduracak naiflikte nefes alıp veriyor. Saçının o zarif perçeminin altındaki küçük gözleri, kendisi kadar siyah olan gökyüzüne ve onun ellerinde beşikte sallanan bir bebeğin huzuruyla dalgalanan denize takılıyor. Hafiften buğulanmakta olan bu eski vapur camından dışarı sadece tek bir noktaya odaklanıyor. Aynı ruh hâli gibi sürekli değişen ama asla durulamayan şu Karadeniz'e. Bir an için sanki gaipten bir ses ona seslenmiş gibi kafasını çeviriyor. Saçının gözüne düşen tatlı perçemini, ince parmaklarını zarif bir hareketle aralayarak görüş alanından çekiyor. Ama hâlâ orada duruyor o saç; kalbimin bir ucunda, asla eskimemiş ve yıpranmamış; sadece onun siyaha çalan küçük kahverengi gözlerini özlemiş.
Yorumlar
Yorum Gönder